12 Mart 2013 Salı



Tuna Kiremitçi ismini ilk duyduğumda,bu muhteşem grubu dinliyordum...Hala dinliyorum....Hep dinleyeceğim....Şimdiyse onu yazdığı romanları ve köşe yazılarıyla tüm Türkiye tanıyor :)

DÜŞ VE ÖL-ÜM

                            Ölümcül bir uykunun ardından uyandı sabahın karanlığına.Biraz nefret,biraz kin,daha çok özlemle bakındı odaya.Her köşe bir filmkaresi,her eşya bu filmin karşısında kedere boğulmuş,düş kırgını sessiz izleyiciler gibiydi.

                             Gitmeliydi.

                              Yavaşça doğruldu.Bir daha dönmemecesine kararla ve taşıdığı bütün yaralarla gidiyordu.İlk adım odadaki herşeyi ağlattı.Bu kadar kolay mıydı?Yıllardır paylaşılanlar ilk adımda silindi sonsuza dek.

                              Döndü.Etrafa son kez baktı.Tamamdı.Gereken heşyi almıştı yanına.Bir mendil,hasret ülkesinin haritasını gösteren bir de resim.

                              Bir ara havanın soğukluğunu hissetti yaşlı vücüdu.Yıllarca yaşanan acılarla yıpranan ruhu gibi,zamanın bütün eskimişliğini üstünde taşıyan ceketini alıp çıktı.

                              Bundan sonra ne yapacağım diye düşünmeden emin adımlarla,büyük bir soğukkanlılıkla ilerliyordu.Nereye gidecekti? Bilmiyordu.  Zaten gidebileceği bir yeri de yoktu.Ama yüreğini ve yaşananları sığdıramadığı o dört duvardan kurtulmuş olmanın verdiği özgürlük ateşiyle,sanki bir yere yetişecekmişçesine hızla ilerliyordu.Bin yılların acısıyla boğuşurken nasır bağlayan elleri,o keskin soğuğu hissetmiyordu belki ama içi titremeye başlamıştı.

                              Hava bile kızmıştı nedensiz.Kara bulutlar üstüne üstüne geliyordu.Birşeylerden öç alır gibi.Titreyen,aciz bedeni yavaş yavaş ıslanmaya başlamıştı.Etrafta herkes bir yere kaçışıyor,sokaklar yerini ıssızlığa ve sessizliğe bırakıyordu.O ise tüm bu kaçışmalara gülüp geçiyor,      bir yandan da başlayan öksürükleriyle boğuşuyordu.Yılların öfkesini ve acısını kusar gibi,organları parçalanırcasına öksürürken,sol eli hep kalbinin üzerindeydi.Çünkü onları kaybetmek diğerlerinden daha çok acı verecekti;ve onları kaybetmekten dehşetle ürküyordu.Onların varlığını hissettiği anda herşeyi unutuyor,tüm gücüyle yürümeye devam ediyordu.

                              Çatıları kaplayan çinkoların çıkardığı o korkunç ses yankılanırken sokaklarda,göğün yüzünü daha bir nefret sarıyor,öfkeleniyor,öfkelendikçe içindekileri daha bir hızla,kinle ve hışımla kusuyordu.

                               Artık bedeni ağırlaşmış,adımları da aynı tükenmeyle yavaşlamıştı.Ama yinede attığı her adım sanki onu on yıl ileri götürüyordu.Bu tükenmişlik içinde,elini tekrar sol yanına koydu ve kalbini dinledi.Hemen iç cebindeki özlem dolu,acı dolu hazineyi çıkardı.Artık yağmura gözyaşlarıda eşlik etmeye başlamıştı.

                              Durdu.Zaten yürüyecek takati de kalmamıştı.Avuçlarını açıp onları yeniden görmekle görmemek arasında direndi.Biliyordu ki bu sefer daha çok kanayacaktı,acıyacaktı her bir yanı.Ama hayır.İçinden bir ses görmesi gerektiğini avazı çıktığı kadar bağırıyordu.Bu kararsızlık içindeyken,bulutlar zafer sevinciyle sakinleşmiş,bütün doğa öylece onu izliyordu.

                               Yavaşça avucunu açtı.Resim avuçlarının arasında davetkar bakışlarla içine ok gibi saplanmıştı.Mendil...Yılların ilmek ilmek işlediği,gözyaşlarıyla süslediği,karbeyazı mendil.Mendili bin yıllık bir özlemle çılgınca koklayıp bağrına bastı.Sanki herşeye veda edermişçesine,gözleri elveda diyerek...O dört duvarı terkedişi gibi...

                                İşte o an,tam o sırada,eğildi yağmurun önünde yıkıldı yere.
                                Sokakların tüm ıslaklığını içine sindirmişti bedeni.Ama artık ne mendil ne de resim kaldırabiliyordu onu yattığı yerden.

                                 Zaman,kargaşayı ve geceyi alıp götürmüştü.Güneş tüm ululuğuyla kovmuştu yalancı,can alıcı bulutları.Kuşlar güneşe minnet borçlarını ödermişcesine ötüyor,doğa yüzyıllık bir uykunun ardından uyanırmışcasına canlanıyordu.

                                 Güne ilk merhabayı diyen biri,hızlı hızlı ilerlerken sokakta,birden gözüne bir yığın ilişti.Merakla adımlarını daha da hızlandırmıştı.Yaklaştıkça yığın daha da beliriyor,ürpertici bir hal alıyordu.Anlamıştı.Ölü bir bedendi bu.Kafasındaki kim,neden,nasıl gibi soruları o bedende yoğururken,dokunmakla dokunmamak arasında gidip geldi.Bir hışımla sol omuzundan tutup çevirdi.
Gördükleri inanılmazdı.Cansız acıyla yoğrulmuş bir beden,soğuğa boyun eğen ama umutla tebessüm etmiş bir yüz.Evet ölü bir bedendi bu.Ama yüzü yaşıyormuşcasına büyük bir mutlulukla parlıyordu.

                                 Adamın gözü birden ölünün ellerine ilişti.Sıkıca kenetlenmiş avuçlarını açtı.Avuçlarına hapsolmuş iki nesne vardı.Onlara öylece baktı.Bir resim ve bir mendil...Ne garip...Resimde de adamın yüzündeki aynı ifade.

                                Medil...Ortasındaki işlemeyle,tüm yılların acılarını,özlemlerini sarıp sarmalamış,avuçlara hapsolmuş mendil.

                                Mendilin ortasındaki işleme bir yazıydı.Yazılanlarsa aynen şuydu:"Hep yanındayım,sonsuzlukta ve sonrasında..."

                               Anlamıştı adam.Yüzlerdeki bu ifade sonsuzlukta değil ama sonrasında beraber olduklarındandı...

31 Aralık 2012 Pazartesi

en güzel yıllar hep bizim olsun.yaşadıkça,bizimle beraber yaşayan herşey istediğimiz gibi olsun :)

30 Aralık 2012 Pazar

belki ya da keşke...

                      Aniden esen soğuk bir rüzgar titretince seni anlarsın pencerenin açık kaldığını.O ana kadar evin soğukluğu,rüzgarın uğultusu ya da sokağın sesi değildir seni kendine getiren.Belki görürsün.Ancak her seferinde yanından geçip gider;kapatmayı düşünmessin,önemsemezsin.Ne zaman ki üşürsün,ancak o zaman kapatırsın.Tıpkı hayatındaki tüm uğultulara,kötü gidişlere,anlamsız konuşmalara,zamansız ziyaretlere,gidişlere kulak tıkadığın gibi.Ne zaman ki titrersin,sarsılırsın,yıkılırsın,o zaman dönüp bakarsın neler oluyor diye.
                      İşte o zaman sorarsın bu uğultuların nereden geldiğini,işlerin neden kötüye gittiğini,insanların neden konuştuğunu,zamansız gelenleri,sorgusuz gidenleri....O zaman bunlara bir anlam yüklemeye çalışırsın.Tüm belirtiler bir bir anlam bulmaya çalışır zihninde.Oysa iş işten geçmiştir.O titreme olmadan pencere kapansaydı;kişi sarsılmadan önce sorgulasaydı,anlamaya çalışsaydı."keşke" kelimesi hiç söylenmemiş mi olacaktı?
                      Herşeyde,her zaman bu kadar temkinli olmak elbette zor.O halde farkındalık mı bunun adı.Herşeyi bilerek,anlayarak yaşamasımı.Elbette herşeyi anlamlandırmak yorar insanı.Sürekli kontrollü yaşamak.Ancak hayat bize ipuçları verir.Aslolan onları doğru yerde,doğru zamanda yakalamak.Belki hayatımızdaki "keşke"lerin sayısı azalır;ya da belki zaten elimizden geleni yapmışızdır.
akdenizin yaz sıcağında elimde kitap,üniversite yıllarımdan kalma hoş bir şarkı.
...ve şöyle dedi bilge:"insanların yalanlarıyla mutlu olma...kendi yalanına bile sakın inanma."
OMAYRA
"git" dedi bilge."herkesin gittiği gibi git"..."ama herkesin gittiği yollardan gitme"...
OMAYRA